Orta Dünya'dan bizlere bir mektup
1 sayfadaki 1 sayfası
Orta Dünya'dan bizlere bir mektup
4 Mart 3019 – Miğfer Dibi, Isengard Yolu’nda
“ İnsanların âdetleri çok garip. Burada Kuzey Dünyası’nın harikalarından birine sahipler ama ne ad veriyorlar buna? Mağara, diyorlar! Mağara! Savaş zamanı kaçıp gizlenecek, içinde hayvan yemi saklanacak delikler!
Miğfer Dibi’nin mağaralarının geniş ve güzel olduğunu biliyor muydunuz? Eğer böyle yerlerin varlığı biliniyor olsaydı, biz cüceler buraları sadece seyretmek için durmadan ziyarete gelirdik. Ah, öyle ya, sadece bir göz atmak için saf altınlar verirdik!
Görmelisiniz dostlarım, Miğfer Dibi’nin bu inanılmaz, şaheser güzellikte yerlerini… Su birikintilerine damlayan suyun bitmeyen ezgisiyle dolu, yıldız ışığı altındaki Kheled-zâram kadar zarif, ölçülemeyecek büyüklükte salonlar.
Ve meşaleler tutuşturulduğunda, insanlar yankılarla dolu kubbelerin altında kumlu zemin üzerinde yürüdüğünde ah! , o zaman değerli taşlar, kristaller, değerli madenlerin damarları, cilalanmış duvarlarda aniden pırıldıyor; Kraliçe Galadriel’in (benden de bahsetmiş sevgili Gimli =D ) canlı elleri kadar yarı şeffaf, deniz kabuğu şeklindeki kat kat mermerden yansıyor ışık. Beyaz, safran rengi, gül kurusu sütunlar var, rüya gibi şekiller vererek bükülmüş, oyuklar açılmış; bunlar tavanın pırıl pırıl pırıldayan sallantılı süslerini karşılamak için rengârenk zeminden fışkırıyor: Kanatlar, ipler, donmuş bulutlar kadar ince perdeler; mızraklar, sancaklar, havaya asılı sarayların kuleleri! Durgun gölcükler onlara ayna oluyor: Berrak camla kaplı karanlık su birikintilerinden pırıldayan bir dünya yukarı doğru bakıyor; Durin gibi birinin bile rüyalarında göremeyeceği şehirler, ışığın hiç ulaşmamış olduğu girintilere doğru bulvarlarıyla, sütunlu konaklarıyla uzanan şehirler. Derken şıp! Gümüş bir damla düşüyor, camdaki halka şeklindeki kırışıklıklar bütün kuleleri, yabani otlar ve deniz mağaralarındaki mercanlar gibi eğilip büküveriyor. Sonra akşam oluyor: solup, sönüyorlar; meşaleler başka bir bölüme, başka bir rüyaya geçiyor. Bölüm içinde bölüm var; salonlar salonlara açılıyor, kubbelerin ardında kubbeler var, merdivenlerin gerisinde merdivenler; dönen yollar dağın kalbine doğru gitmeye devam ediyor. Mağaralar! Beni oraya sürükleyen ne hoş bir kadermiş! Ayrıldığım için içim kan ağlıyor.
NOT: Hiçbir cüce böyle bir güzellik karşısında etkilenmeden duramaz. Durin’in soyundan kimse bu mağaralarda taşlar veya madenler için kazı yapmaz; buradan pırlanta ve altın hatta mithril bile elde edecek olsa… Asla yapmayız böyle bir şey. Sakın ola böyle bir düşünceye kapılmayın! Bir düşünün dostlarım; elfler, baharda çiçek açmış ağaçları yakacak için keser mi?... İşte biz de böyle harikaları taş ocağı diye kullanmayız! ”
Yorulmaz cüce dostunuz Gimli’den, Miğfer Dibi Anıları
--Kısmi alıntı
Yüzüklerin Efendisi-İki Kule kitabından düzenlenmiştir...
“ İnsanların âdetleri çok garip. Burada Kuzey Dünyası’nın harikalarından birine sahipler ama ne ad veriyorlar buna? Mağara, diyorlar! Mağara! Savaş zamanı kaçıp gizlenecek, içinde hayvan yemi saklanacak delikler!
Miğfer Dibi’nin mağaralarının geniş ve güzel olduğunu biliyor muydunuz? Eğer böyle yerlerin varlığı biliniyor olsaydı, biz cüceler buraları sadece seyretmek için durmadan ziyarete gelirdik. Ah, öyle ya, sadece bir göz atmak için saf altınlar verirdik!
Görmelisiniz dostlarım, Miğfer Dibi’nin bu inanılmaz, şaheser güzellikte yerlerini… Su birikintilerine damlayan suyun bitmeyen ezgisiyle dolu, yıldız ışığı altındaki Kheled-zâram kadar zarif, ölçülemeyecek büyüklükte salonlar.
Ve meşaleler tutuşturulduğunda, insanlar yankılarla dolu kubbelerin altında kumlu zemin üzerinde yürüdüğünde ah! , o zaman değerli taşlar, kristaller, değerli madenlerin damarları, cilalanmış duvarlarda aniden pırıldıyor; Kraliçe Galadriel’in (benden de bahsetmiş sevgili Gimli =D ) canlı elleri kadar yarı şeffaf, deniz kabuğu şeklindeki kat kat mermerden yansıyor ışık. Beyaz, safran rengi, gül kurusu sütunlar var, rüya gibi şekiller vererek bükülmüş, oyuklar açılmış; bunlar tavanın pırıl pırıl pırıldayan sallantılı süslerini karşılamak için rengârenk zeminden fışkırıyor: Kanatlar, ipler, donmuş bulutlar kadar ince perdeler; mızraklar, sancaklar, havaya asılı sarayların kuleleri! Durgun gölcükler onlara ayna oluyor: Berrak camla kaplı karanlık su birikintilerinden pırıldayan bir dünya yukarı doğru bakıyor; Durin gibi birinin bile rüyalarında göremeyeceği şehirler, ışığın hiç ulaşmamış olduğu girintilere doğru bulvarlarıyla, sütunlu konaklarıyla uzanan şehirler. Derken şıp! Gümüş bir damla düşüyor, camdaki halka şeklindeki kırışıklıklar bütün kuleleri, yabani otlar ve deniz mağaralarındaki mercanlar gibi eğilip büküveriyor. Sonra akşam oluyor: solup, sönüyorlar; meşaleler başka bir bölüme, başka bir rüyaya geçiyor. Bölüm içinde bölüm var; salonlar salonlara açılıyor, kubbelerin ardında kubbeler var, merdivenlerin gerisinde merdivenler; dönen yollar dağın kalbine doğru gitmeye devam ediyor. Mağaralar! Beni oraya sürükleyen ne hoş bir kadermiş! Ayrıldığım için içim kan ağlıyor.
NOT: Hiçbir cüce böyle bir güzellik karşısında etkilenmeden duramaz. Durin’in soyundan kimse bu mağaralarda taşlar veya madenler için kazı yapmaz; buradan pırlanta ve altın hatta mithril bile elde edecek olsa… Asla yapmayız böyle bir şey. Sakın ola böyle bir düşünceye kapılmayın! Bir düşünün dostlarım; elfler, baharda çiçek açmış ağaçları yakacak için keser mi?... İşte biz de böyle harikaları taş ocağı diye kullanmayız! ”
Yorulmaz cüce dostunuz Gimli’den, Miğfer Dibi Anıları
--Kısmi alıntı
Yüzüklerin Efendisi-İki Kule kitabından düzenlenmiştir...
Admin- Yönetici
- Mesaj Sayısı : 353
Teşşekür Et : <div class="js-kit-rating" view="score"path="" title="" permalink=""></div><script src="http://js-kit.com/ratings.js"></script>
Kayıt tarihi : 06/12/08
Kişi sayfası
Rep Puanı:
(5700/5700)
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz